GÖZLER

GÖZLER

 

 Televizyon kanallarını gezerken bir dizideki diyaloga takıldım. Bayan patron, işyerindeki güzel ve başarılı bir kızı işten uzaklaştırmak istiyor. Oğlunun kıza âşık olduğunu bilen patron anne, şüpheleri üzerine çekmeyeceği ince bir plan kuruyor ve kızın en yakın arkadaşını devreye sokuyor. Yakın arkadaş, patronun gözüne girebilmenin yolunu bu işbirliğinde buluyor ve kız arkadaşını tereddüt etmeden satıveriyor.

Buraya kadar her şey sıradan ve alışıldık ama kızla patron arasında geçen kısa konuşma dikkat çekici. Patron kıza soruyor “bu iş için niye seni seçtiğimi biliyor musun?” Kız bu soru karşısında biraz afallıyor, başını iki yana sallayıp “hayır” diyor. Patron “seni seçtim çünkü gözlerinden nefret akıyor ve senin gibi insanlar, bu dünyanın mutlak kazananlarıdır” diyor.

 İlk kez, gözlerden karşımızdaki insanların duygularını, düşüncelerini doğru anlamanın ne kadar mümkün olup olmadığı üzerinde uzun uzadıya düşündüm.

Çok fazla etkisinde kalmış olduğum bir fotoğraf karesini hatırladım. Çalıştığım işyerinde, orayı ziyaret eden insanların fotoğraflarının sergilendiği bir pano vardı. Çekilmiş birçok fotoğrafın arasında, o fotoğraf da panoya iğneyle tutturulmuştu.

Fotoğrafa uzaktan baktığınızda tokalaşan ve birbirine gülümseyen iki nazik insan görüyorsunuz. Yaklaşıp fotoğrafı incelediğinizde, misafirin gözlerinden pek bir anlam çıkmıyor. Belli ki, bir görevin icabını yerine getiriyor, nezaketen gülümsüyor ve aynı nezaketle de tokalaştığı işyeri yöneticisine bakıyor.

 İş yeri yöneticisi aynı şekilde misafirine karşılık vermeye gayret ediyor. O da gülümsemiş, fakat yüzünü tokalaştığı insana döndürmekte zorlanmış. Anlaşılan, tam o an dışarıda hoşuna gitmeyen birisini veya bir olayı görmüş. Dudakları gülümsese de, yüzü misafire dönükmüş gibi gözükse de gözleri, misafirine fark ettirmeden, gördüğü her neyse ona bakıyor. Ve o gözlerden irin gibi pis kokulu bir nefret akıyor.

 Öfkenin en koyu halini o fotoğraftaki bu adamın gözlerinde görmüştüm. Küçük ve yüzün içine gömülü bu gözler, ilk etapta dikkatleri çekmiyor. Fakat yaklaşıp, biraz dikkat ettiğinizde, gözlerdeki nefretin yoğunluğu fotoğrafa bakanı da içine çekiyor ve ürpertiyor.

Nefret bir tarafa yürekteki acı, korku, çaresizlik, özlem, sevgi en çok gözlerden okunabiliyor. Lakin bu demek değildir ki, gözler yalan söylemez.

Seyrettiğim bir filimde şöyle diyordu; “hayattaki her şey taklit edilebilir. Aşk bile.” Aşkı en çok gözler ele verdiğine göre, en başarılı taklit de gözlerden başlıyor olsa gerek.

Galiba gözlerdeki mananın gerçeğini sahtesinden ayırabilmenin tek yolu, verilen tepkilerin ani ve doğal olup olmadığını fark edebilmekten geçiyor. Üzerinde önceden düşünülmüş, provalar yapılmış, planlı karşılaşmalarda, gözler de yalan söyleyebiliyor.

İnsanları gözlerinden tanıma konusunda özel eğitim almış polislerin, psikiyatrların bile yanılma payları  %45 çıktığına göre, “ insanları gözlerinden şıp diye anlarım” diyenlere de pek itibar etmemek gerekir.

Victor Hugo “gözlerin en güzelleri, bazen en yalancı olanlarıdır” demiş.

 Gözler yalan da, doğru da söylese, insanoğluna yoğun tesir etmiş. En çok onun için şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiş.

Şu an, gözler için söylenmiş birçok şarkı hatırladım. Ama hiç biri Atilla İlhan’ın “gözlerin gözlerime değince/felaketim olurdu ağlardım” dizelerindeki kadar etkilemiyor beni.

 

 

 

Bu yazı toplam 81 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi