BARIŞI SÜREKLİ SAVUNMAK…

BARIŞI SÜREKLİ SAVUNMAK…

                                      

 

                                     

       Atatürk, savaşları; “Ancak savunma meşruiyeti” içinde başvurulacak son çare olarak görür. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi savaş dışı tutmayı başaran İnönü,  zorlamalara karşı; “Benim çizmem yok, aklım var” yanıtıyla karşılık verir. Bu yaklaşımlar, yaşamları çatışmalar içinde geçmiş ama barışın değerini kavramış devlet adamlarına özgü ifadelerdir.

    Tarihsel süreç; Kayser Wilhelm, Hitler, Mussolini, Quisling, Kasavubu, Bush ve Blair gibi yöneticilerin insanlık dünyası için felâketler getiren öykülerini anlatır. Kesin bir gerçektir ki, insanlık tarihi boyunca emperyalist politikalar, savaşların nedenleridir. Emperyalizm bir “hak üstünlüğü” şeklinde gördüğü egemenlik emellerini en insafsız şekilde uygulamaktan kaçınmaz.

    Yüzyıllardır aranıp da bulunamayan barışın simgesi şimdilerde güvercin olarak tanımlanır. Orta Asya’daki Türk boylarından, Kafdağı ardındaki Gürcülere, Amerika kıtasındaki Aztekler’den Kongo’daki yerlilere değin barış kuşu geleneğine rastlanır. Kimi “zümrüdüanka” tasvirindedir.

     Barış için türküler düzülür; savaşa lanet okunur. Dünyanın her yöresinde ve her dilde barışa ilişkin anlamlı sözler tekrar edilir. Savaş düşkünü politikacıların bile söylevleri, barış nutuklarıyla doludur. Ama dünya tarihi, özellikle pazar ürünlerine yer açmak ve enerji kaynaklarına ulaşmak üzere savaşlar çıkaran kapitalizmin maceralarıyla iç-içedir.

      Günümüzün eskiden farkı yoktur. “Demokrasi ve Özgürlük” adı altında emperyalizm dünyanın her yanında ve bölgesindedir. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi; ABD ve AB koalisyonu eliyle insanlığı kalbinden vurmuştur. Politik yalanlar ve sahte senaryolarla emperyalist blok, petrol ve erk peşindedir. Afrika’nın sahillerinden Asya içlerine doğru uzanan saldırgan bir sömürgenlik, barışı katletmektedir.

      Türkiye, Kore savaşından bu tarafa Cumhuriyet devriminin geleneksel dış politikasını bırakmıştır. Çünkü ülke yönetimi artık saf değiştirmiştir. Asya ve Afrika halklarının bağımsızlık mücadelelerini reddedenler arasında 1950’lerden bu tarafa Türkiye de vardır. Emperyalizm kimi “düşman” görüyorsa ne yazıktır ki, ülkemizin yarım yüzyılı aşan dış siyasetleri de onu öyle görmektedir.          

    “Yurtta ve dünyada barış” ilkesinin evrensel öncüsü Türkiye güvercinlerin değil şahinlerin yol arkadaşıdır. Yabancılara verilen askeri üs ve tesisler denetim dışındadır. Günümüzdeki her savaş ABD ve AB ikilisince kotarılmakta ve diğer stratejik yandaşlar gibi bu ülke de işin içine sokulmak istenmektedir.

     Türkiye, İkinci Dünya Savaşı dışında kalabildiyse ve 19502lerden sonra heveslenilen stratejik uyduculuk serüvenlerine mevcut hükümetlere karşın katılımlar sınırlı kalmışsa, bu durum halkımızın barışçı bilinç eğilimindendir.Örneğin ünlü “1 Mart” tezkeresinin Meclis’te reddi de bu anlamdadır.   

      Libya’daki emperyalist vahşete sessizlik takınılmış, Suriye’nin iç işlerine karışılmıştır. Ortadoğu kan ve ateş içindedir. Asya, Afrika ve Orta Amerika’da geleneksel emperyalist politikalar iç ve dış bağdaşıklarla kotarılmaktadır. Türkiye ise kullanılmak istenmektedir. Ama halkımız savaş istememektedir. Son kamuoyu yoklamalarına göre halkın % 72 oranındaki çoğunluğu, olası bir Suriye savaşına karşı çıkmaktadır.  

      Hitler ve Mussolini öncülüğündeki İkinci Dünya Savaşı emperyalizmini, ABD ve AB gibi ülkeler, günümüzde temsil etmektedir.  Ülke ve ulusumuzun tek çaresi; antiemperyalist çerçeveli ve 1937 tarihli Anayasamızda yer alan temel siyasetlere dönüştür. “NATO” gibi saldırgan paktlardan ayrılarak, Atatürk devrindeki “Balkan Antantı” veya “Sadabat” gibi bağımsızlığa saygı ve eşitlik ilkeleri üzerinde kurulmuş organizeleri kurmak veya katılmaktır.

Bu yazı toplam 72 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi